Merhaba,
Herkese merhaba, Yazıyı okumaya başlamadan önce birkaç bilgi vermem gerektiğini düşünüyorum.
- Aşağıdaki yazıya hiç bir yorum eklenmemiştir. Bu makale, Zeitgeist: The Movie Belgeselinde para kısmında anlatının yazıya dökülmüş halidir.
- Yazının devamı olacaktır.
- Belgeseli kovuşturmak isteyenler linki aşağıda bulabilirler.
1775, Amerikan İhtilali başladı, Amerikan kolonileri İngiltere’den ve onun baskıcı monarşisinden kurtulmak istediler. İhtilal için birçok neden bulunsa da içlerinden bir tanesi ana niçin olarak göze çarpıyor: İngiltere Kralı III. George, kolonilerin elde ettikleri ve kendilerine kullandıkları faizsiz özgür kazancı yasakladı bunun yerine onları İngiltere Merkez Bankası’ndan kredi almaya zorlayarak kolonileri borç içine soktu. Benjamin Franklin’in de sonradan yazdığı gibi: Kral III. George’un, kolonilerin sıradan insanları para babalarının pençesinden kurtaracak dürüst ve serbest bir para sistemini hayata geçirmelerini reddetmesi, muhtemelen ihtilalin başlıca sebebidir.
1783 senesinde ABD, İngiltere’ye karşı bağımsızlığını kazandı. Halbuki Merkez Bankası konseptiyle ve onları kuran açgözlü adamlarla yapılacak savaş daha yeni başlamıştı. Peki, Merkez Bankası nelerdir?
Merkez Bankası, bütün ulusun para birimini üreten bir kurumdur. Tarihteki örnekleri incelediğimizde, merkez bankacılığının temelinde iki şeyin yattığını görürüz. Faiz oranlarının kontrolü ve para arzının şu demek oluyor ki enflasyonun kontrolü. Merkez bankası aslında para vererek bir devlet ekonomisini beslemez, parayı devlete faizli borç olarak verir. Ve ödünç verdiği bu paranın miktarını yükselterek veya düşürerek piyasada muamele kabul eden paranın değerini ayarlar. Anlamanız gereken şey, bütün bu sistem uzun vadede tek bir şey üretir: Borç.
Bu dümenin farkına varmak için oldukça fazla maharet gerekmiyor. Merkez bankası, ürettiği her bir doları faizli borç olarak verir. Bu üretilen her bir dolar, doların kendisi ve buna ilaveten o doların belli bir yüzdedeki faizi anlamına gelir. Ve bir merkez bankası, bütün ulusun para birimini üretmekte tekel haline ulaştığında ve her bir doları, üstüne yapışmış borçla birlikte kiraladığında… Bu borcu ödeyeceğiniz para nereden gelir? O da tekrar merkez bankasından gelir. Yani merkez bankası, ortaya çıkan ödenmemiş borç açığını kapatmak için düzenli olarak para arzını arttırır doğal bu parada piyasaya faizli borç olarak verilir o da daha fazla borç yaratır. Bu sistemin nihai kararı mutlaka köleliktir. Hükümetin ve tabii ki halkın, bu kendi kendini yaratan borçtan kurtulması imkansızdır. Bu ülkenin kurucuları bunun oldukça iyi farkındaydı.
“Bence banka kuruluşları, düzenli ordulardan daha tehlikelidir. Eğer Amerikan halkı hususi bankaların piyasaları kontrol etmesine izin verirse bankalar ve şirketler etraflarında büyüyecek, tüm mal varlıklarını ellerinden alacak ve bigün çocukları, atalarının fethettiği bu topraklarda evsiz uyanacak.” Thomas Jefferson
“Eğer bankerlerin kölesi olarak kalmak ve kendi köleliğiniz için bedel ödemek istiyorsanız, bırakın para üretmeye devam etsinler ve ulusun bütün parasını kontrol etsinler.” Sir Josiah Stamp
- yy’ın başlarında Amerika, zalim maddi menfaatlere hizmet eden birçok merkez bankacılığı sistemini hayata geçirdi ve kaldırdı. O sıralarda bankacılık ve iş dünyasının önde gelen aileleri: Rockefeller, Morgan, Warburg ve Rothschild aileleriydi. 1900’lü yılların başlarında bu aileler bir kere daha, yeni bir merkez bankasının kurulması için kanun çıkmasını istediler. Ama biliyorlardı ki hem hükümet bununla beraber halk, bu kurumlardan usanmıştı. Bu yüzden kamuoyunu yönlendirmek için bir hadise yaratmaya ihtiyaç duydular. Herkesin bir finans otoritesi olarak görmüş olduğu J.P. Morgan, güçlü nüfusunu kullanarak, New York’ta çok ünlü bir bankanın iflas etmiş olduğu, battığı söylentilerini yaydı. Morgan bunun, diğer bankaları da etkileyecek bir histeri krizine niçin olacağını biliyordu. Nitekim oldu da. İnsanlar, birikimlerini yitirme korkusuyla bütün paralarını çekmeye başladı. Haliyle bankalar borçlarını tahsil etmek zorunda kaldı, borç alanlar ödeyebilmek için mallarını sattılar ve netice olarak birçok iflas, satış ve düzensizlik meydana geldi. Birkaç sene sonra parçaları yerlerine oturtan Fredrik Allen, LIFE dergisinde şunları yazdı: Morgan hisseleri kazanç sağlamış oldu… 1907 krizini hızlandırmak için onu kurnazca yönettiler.”
Tezgâhtan habersiz Parlamento, “1907 Krizi” hakkındaki ve banka kartelleriyle sıkı ilişkiler arasında bulunan ki sonrasında bir evlilikle de Rockefeller ailesine katılan Senatör Nelson Aldrich başkanlığında bir araştırma başlattı. Aldrich’in komisyonu 1907 tarihli krizin yine yaşanmaması için bir Merkez Bankası’nın kurulmasını önerdi. Bu tam da uluslararası bankerlerin, planlarını icra etmek için ihtiyaç duydukları şeydi. 1910’da J.P. Morgan’ın Georgia sahili Jekyll Adası’ndaki konutunda gizli saklı bir toplantı yapıldı. Burası “Federal Rezerv Kanunu” diye adlandırılan akdin imzalandığı yerdi. Kanun bankerler tarafınca yazılmıştı, hukukçular tarafınca değil. Görüşme hükümetten ve kamuoyundan o kadar gizliydi ki, katılan ortalama 10 kişi birbirlerine hitaben kullandıkları isimlerini sakladılar. Akdi imzaladıktan sonrasında, siyasi arenadaki adamları Senatör Nelson Aldrich’e verdiler ki o da bunu Parlamento’dan geçirdi. 1913 senesinde, bankerlerin de şiddetli desteğiyle Woodrow Wilson başkan seçildi ve seçimlerdeki desteğin karşılığı olarak da “Federal Rezerv Kanunu”nu imzalamayı kabul etti. Noel’den iki gün önce, birçok mebus evlerinde aileleriyle birlikteyken, “Federal Rezerv Kanunu” onaylandı ve Wilson bunu yasa haline getirdi. Yıllar sonrasında Woodrow Wilson pişmanlık içinde şöyleki yazdı:
“Büyük endüstriyel ulusumuz, kendi mali sistemi tarafınca kontrol edilir. Mali sistemimiz özelleşmiş bir camia halindedir. Bu yüzden, ulusun kalkınması ve diğer bütün hareketleri niyetleri iyi ve halkın yararına dahi olsa bir avuç erkeğin elindedir. Bu adamlar, kendilerinin ve birtakım kişilerin paralarının dahil olduğu büyük yatırımlarla ilgilenmektedir ve çıkarları için reel ekonomik bağımsızlığa zarar vermektedir. Uygar dünyanın, tamamen test edilen, sindirilen ve en fena yönetilen devletlerinden biri haline geldik. Fikir özgürlüğünün, yönetime inancın ve demokratik seçme özgürlüğünün olmadığı bir devlet ki, hâkim küçük bir grubun keyfine ve zikrine kalmış.”
Kongre üyesi Louis McFadden da aslında doğruyu, tasarı kanunlaştıktan sonra söylemiştir:
“Burada bir dünya bankası sistemi kuruluyor, Uluslararası bankerler tarafınca test edilen bir merkez. Beraber hareket edip kendi ihtirasları için dünyayı köleleştiriyorlar. Devlet, Federal Banka tarafından gasp ediliyor.”
Şimdi halka Federal Rezerv Sistemi’nin ekonomik bir dengeleyici olduğunu söylediler. Enflasyonun ve ekonomik krizlerin geçmişte kaldığını söylediler. Tabii tarihin bize gösterdiği benzer biçimde, hiç bir şey değişmeyecekti. Şimdi uluslararası bankerlerin elinde hırslarına yeni boyutlar kazandıracak işleyen bir makine vardı. Örneğin, 1914-1919 yılları arasında Federal Banka piyasaya para arzını hemen hemen %100 arttırdı. Küçük bankalara büyük borçlar verildi. Sonra 1920 yılında, Federal Banka büyük oranda parayı piyasadan geri çekti dolayısıyla kredi veren bankalar büyük oranda borcu geri istedi ve tıpkı 1907’deki gibi bankalara saldırı, batık ve batkı yaşandı. Federal Rezerv Sistemi haricinde kalan 5400 rakip banka batkı etti. Tekel iyice bu bir internasyonal bankerin eline geçti. Bu mevzuda Kongre üyesi Lindberg, 1921 yılında şu şekilde dedi:
“Federal Rezerv Kanunu altında, krizler bilimsel olarak yaratılmaktadır. Şu anki kriz, yaratılanların ilkidir ve matematiksel denklemden ibarettir.”
Halbuki 1920’deki kriz sadece ısınma turuydu. 1921-1929 yılları arasında Federal Banka para arzını yeniden yükseltti, halka ve bankalara yeniden büyük borçlar verdi. O sırada borsada marj kredisi denen yeni bir kredi tipi vardı. Basitçe, bir yatırımcı bir hisse senedine değerinin sadece %10’unu ödeyip sahip oluyordu, kalanı için broker’a borçlanıyordu. Bir başka deyişle, bir kişi $1000’lık hisseyi $100 dolar ile alabiliyordu. Bu yöntem 1920’lerde oldukça popülerdi sanki hepimiz borsada para kazanmaya başlamıştı. Ama bu kredi tipinin bir handikabı vardı. Parayı her an geri isteyebilirlerdi ve 24 saat arasında ödemek zorundaydınız. Buna marj çağrısı denirdi ve marj çağrısı cevabında çoğu zaman, borca girerek aldığınız hisseyi satmak zorunda kalırdınız. Ekim 1929’dan birkaç ay önce, J.D. Rockefeller, Bernhard Barack ve diğer simsarlar sükunet içinde borsadan çekildi ve 24 Ekim 1929’da marj kredisi vermiş New York’lu finansçılar alelacele paralarını geri istemeye başladılar. Bu borsada inanılmaz büyük bir tasfiye satışına neden oldu. Çünkü herkes marj borçlarını ödemek istiyordu. Bu da bankalara akın başlattı ve netice olarak 16 binin üzerinde banka batkı etti ve aralarında anlaşan uluslararası bankerler rakip bankaları ucuza satın almakla kalmadı bununla birlikte koca şirketleri de üç beş kuruşa satın aldılar. Bu Amerikan tarihli en büyük soygundu. Ama burada bitmedi. Federal Banka para arzını arttırıp bu ekonomik çöküşe son vereceğine, hiçbir şey yapmadı ve insanlık tarihinin en büyük buhranına ön ayak oldu. Bir kez daha banka kartellerinin uzun süredir düşmanı olan kurultay üyesi Louis McFadden, Federal Rezerv yönetimini suçlayarak takibat başlattı ve bunalım hakkındaki konuştu:
“Bu dikkatlice ayarlanmış suni bir olaydı. Bankerler hepimizi umutsuz bir duruma soktular, bizi bu şekilde yönetebileceklerdi.”
Beklendiği şeklinde, iki suikast teşebbüsünden sonra McFadden itham etmiş olduğu suçlamaların üzerine gidemeden bir ziyafette zehirlendi. Ülkeyi sefalete sürükledikten sonra Federal Rezerv bankacıları, Altın Standart’ının kaldırılması gerektiğine karar verdiler. Bunun için öncelikle sistemde kalan altını elde etmeleri gerekiyordu. Bu yüzden bunalıma son vermek bahanesiyle 1933 yılında el koymaya başladılar. 10 senelik hapis tehdidiyle ABD’daki hepimiz sahip oldukları altın külçelerini Hazine’ye vermeye zorlandı doğrusu halkın geriye kalan tek mal varlığını da soydular. 1933’ün sonucunda Altın Standart’ı lağvedildi. 1933 yılından ilkin basılan bir dolara bakarsanız, üstünde “Altına Çevrilebilir” yazar. Şimdiki dolara bakarsanız üstünde “Kanuni Para” yazar, şu demek oluyor ki hiç bir geri dönüşü yoktur. Değersiz bir kâğıt parçasıdır. Paramıza değer kazandıran tek şey, piyasada ne kadar bulunduğudur. Bu yüzden para arzını ayarlamak bununla birlikte paranın değerini de ayarlama demektir bu da tüm ekonomilere ve toplumlara diz çöktürebilecek bir güç anlamına gelir.
“Bana bir ulusun para arzının kontrolünü verin, o vakit kanun koyanları bile takmam.” M.A. Rothschild, Rothschild Bankacılık Krallığı’nın kurucusu
Kesinlikle anlamanız icap eder ki: “Federal Rezerv” hususi bir şirkettir. Federal Express (Fed-Ex) ne kadar federalse, o da o denli federaldir. Kendi politikasını uygular ve gerçekte A.B.D hükümetinin denetiminde değildir. Hükümete tüm para birimini faizli borç olarak veren hususi bir bankadır ve bu ülkenin Amerikan İhtilali’nde bağımsızlığını duyuru ederek kaçtığı sahtekâr merkez bankası modeliyle tamamen aynıdır. 1913’e geri dönersek, Federal Rezerv Kanunu parlamentodan geçen tek anayasaya aykırı tasarı değildir. Ayrıca “Federal Gelir Vergisi”ni de kabul ettirdiler. Amerikan topluluğunun federal gelir vergisine tepkisizliği de dikkate kıymet bir konudur ve Amerikan halkının ne kadar aptal ve ilgisiz olduğunun reel bir kanıtıdır. Öncelikle, federal gelir yasası doğrudan ve taksitlendirilmeden alındığı için tamamen anayasaya aykırıdır. Anayasaya nazaran bütün doğrudan vergilerin taksitlendirilmesi kanuni hakkımızdır. İkinci olarak, gelir vergisine izin verecek kanuni değişikliği onaylayacak eyalet çoğunluğu hiç bir araya gelmemiştir ve bu mevzu günümüz mahkeme davalarına konu olmuştur.
“Eğer 16. Yasa tasarısını dikkatlice okursanız yeterli sayıda eyaletin tasarıyı asla oylamadığını görürsünüz.” A.B.D Bölge Hâkimi James C. Fox-2003
Üçüncüsü, bugün ortalama bir işçinin hasılatının kabaca %25’i bu vergiyle ellerinden alınıyor ve tahmin edin para nereye gidiyor. Sahtekâr Federal Rezerv Bankası tarafınca üretilen paranın, faiz borcunu ödemeye harcanıyor, aslına bakarsak var olmayan bir sisteme. Yılın 4 ayında emek harcayarak kazandığınız para yasal olarak özel Federal Rezerv Bankası’nın sahibi olan internasyonal bankerlerin ceplerine giriyor. Ve dördüncüsü, her ne kadar dolandırıcı hükümet bu gelir yasasının zorunluluğundan bahsetse de bunu size öğretecek hiç bir madde, hiç bir kanun bulunmamaktadır.
“Tabii ki gerçekten bir yasa olmasını bekliyordum, bizlere bu vergiyi vermemizi söyleyen ve kanun kitabında gösterebileceğimiz bir madde. Kesinlikle olmalıydı. Öyle bir noktaya geldim ki, bir insanı buna zorunlu kılan hiç bir madde bulamadım. Sadece beni değil, tanıdığım birçok insanı da ilgilendiriyordu ve çekilme etmekten başka çare bulamadım. Federal gelir vergisi zarfını işten ayrıldığımdan beri doldurmadım.” Joe Turner- Former IBS Agent
“2000 yılından beri yaptığım ve hala devam ettirdiğim inceleme sonunda, hala bu yasayı bulamadım. Meclise sordum, birçok insana sormuş oldum, vergi dairesi danışmanlarına sormuş oldum cevap veremediler. Çünkü biliyorlar ki cevap verirlerse tüm Amerikan halkı bunun bir dolandırıcılık bulunduğunu öğrenecek. 1999’dan beri vergi zarfını doldurmuyorum.” Sherry Jackson – Former IBS Agent
Bu gelir vergisi, bütün ülkenin köleleştirilmesinden başka bir şey değil. Şimdi ekonominin kontrolü ve mal varlığımızın düzenli olarak soyulması bankerlerin elinde tuttuğu Rubik küpünün sadece bir yüzü. Kâr sağlamanın ve kontrolün diğer aracı, cenk…
Lınkler
Zeitgeist The Movie (Belgesel) – Türkçe Altyazılı – YouTube
Yorumlarınızı esirgemeyin lütfen 🙂