Merhaba,
Hafta nihayetinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, iktidar olmaları halinde uygulamaya koyacakları Aile Destekleri Sigortası’nın sunumunu dinledim. Asgari ücret altında yaşayan yahut hiç bir geliri olmayan ailelere toplumsal devletin gereği olarak ödenecek bir maaştan bahsediliyor.
Veri tabanının kullanıldığı, insanların hane özelliklerini girerek, kolaylıkla maaşlarını hesaplayabildiği bir yardım mekanizması. Yardım ve fakir tanımlamalarına bakmayın. Bugünkü açlık sınırı rakamlarına baktığımızda aslına bakarsanız hepsinin doğru tanımı, aç ve bu bir yardım değil, hak.
Sistemle alakalı ayrıntıları zaten medyada okudunuz. Fakat aslolan ben bu sunumdaki not defterime düşen çarpıcı noktalara değinmek istiyorum. Bunun bir yardım olmadığını söyledim. Aslında bunu söyleyen ben değilim. Kemal Kılıçdaroğlu… Sunum yaparken ifadesi aynen şuydu: “Bulduğumuz bir mucizeden bahsetmiyoruz. 1971 senesinde parlamentodan geçen bir düzenlemenin gereğini yapacağız.”
Bundan da anlıyoruz ki yarım asırlık bir sümen altı edilmiş hak kaybıyla karşı karşıyayız. 1971 senesinde ILO’nun öngördüğü, sosyal devlet olmanın gereği olan ve altına imza attığımız 9 başlıklı bir sigorta türünün uygulanmayan maddesinden söz ediyor.
Bu düzen insanlara geçim vaat etmiyor. Bir iş buluna kadar yatağa aç girmemelerini temin ediyor. Peki ülkede bu vaziyet istisnadan çıkıp genel bir sıkıntı haline dönüşmüşken niye hayata geçirilmez? Kılıçdaroğlu’nun buradaki tanımı da çarpıcı: “Mesele yoksulluğu bitirmek değil, yoksulluk üstünden siyasi sonuç elde etmek.” Yani aç bırak ki, muhtaç kalıp oy versinler.
Yapılan çalışmada 57 bin tür aile tespit ediliyor. Bu da ayrıntılı bir analiz bulunduğunu gösteriyor. Tek şahıs yaşayan da, çocuklardan oluşan çekirdek aile de bu hane tanımının içerisine giriyor.
Bugüne kadar oy kaynağı olarak nitelendirilen kişilere meydana getirilen yardımları gördük. Halen de mevcut iktidarın, ‘toplumsal yardım’ adı altında dağıtılan paralarla en kemik oy depolarından biri olma hususi durumunu koruyor. Oysa görülüyor ki, verilen yardım değil; sosyal devlet olmanın gereği ve dibine imza attığımız, lakin siyaseten uygulanan bir yaklaşım. Yani bu paraları size iktidar vermiyor.
Soru şu: Bu sistemde kriter iyi mi belirlenecek? İşte orada toplumsal hizmet uzmanları devreye girecek. Yani yeni bir yapı oluşturulacak. En azca aile hekimi kadar olacak bir kadro. Yani 25 bin kişiden azca değil. Üstelik hedeflenen yüzde 99’unun hanım istihdamına yönelik olması.
Hanedeki beyanın doğruluğunu teyit edecek, kurula rapor verecek ve oradan da istihdama yönelmelerini sağlayacak bir takip sistemi kurulacak. Dolayısıyla kim fakir bilinmezken, devlet yardımı yaparken partili partisiz ayrımı da yapmayacak.
Para kadının hesabına yatırılacak. Böylece kadının, aile içindeki yerinin de güçlendirilmesi amaçlanıyor. Temel gaye her hanede asgari bir sigortalı çalışan yaratmak. Çünkü kamu işçi alımı yaparken de bu ailelere öncelik tanıyacak. Korkmayın çalışmayandan sigorta primi istenmesi şeklinde bir konum da yok. Adı sigorta olsa da prim söz konusu değil.
Yani Aile Destekleri Kurumu kurulacak ve işleri bu yapı yürütecek. İlginç olan bunun asgari ücret üstünde işveren tarafında baskı yaratıp yaratmayacağının sorulmasıydı. Esasen sorun tam da bu değil mi? Avrupa’da yüzde 5 asgari ücretli çalışan averajı varken, bizde açlık sınırının altında maaş verme noktası o denli benimsenmiş ki, bu şekilde bir sual gelebiliyor. Öğrenilmiş çaresizlik bu olsa gerek.
Peki bu harcamanın finansmanı nasıl sağlanacak? Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu suale verdiği yanıt da bence oldukca anlamlı. “Hali hazırda bütçenin arasında sosyal yardımların oranı yüzde 4. Bu üç katına çıkacak. Yapılan israfı düşündüğünüzde, bütçeye ek bir yük getireceğine inanmıyorum. Çünkü bu bir maliyet değil, zihniyet sorunudur.”
Hep söylediğimiz de bu değil mi? Kaynak var; ancak bunun kullanılmasıyla ilgili öncelikler problemin ana nedenini oluşturuyor. Bu bakımdan Kılıçdaroğlu’nun finanse etme yaklaşımını çok doğru buldum. İşverene yük getirme meselesine erişince, onlar da bir zahmet köle fiyatına insan çalıştırma zihniyetlerini kıracaklar.
Reel sektöre başka türlü yapılanmalarla rahatlama getirilebilir. Mesela yarar / maliyet hesabından verimlilik, adil bir vergi sisteminden üreten ekonomiyi esas alma başlığına kadar konuşulmayan mevzular üzerinden… Böylece reel iş insanları ortada kalır.
Dikkat çekici bir nokta daha var. Bu kesim, bankalara en çok borcu olanlardan oluşuyor. Bu maaşı yatırdığınızda banka alacağına mahsuben el koyabilir mi? Kılıçdaroğlu bankalarla oturup konuşacaklarını ve mevcudiyet idare sistemine devredilen fiyattan bu borçları da temizleyeceklerini söylerken, bu paraya el koymalarına da imkan verilmeyeceğini ifade etti.
Ayrıca bu ailelerin doğalgaz, su, elektrik ve internetleri de kesilemeyecek. Tüm bunlar iyi mi uygulanacak? Mesele devletin yönetimde şeffaf olması. Kanun teklifi dahi hazır olan bir yapı. Akademisyenlerin yaptığı çalışmayla kurgu hayata geçme noktasında.
Peki bu emek vermeden kaçınmaya rotatif mi? Şayet kurumları doğru çalıştırır ve insanlara iş olanağı yaratırsanız; dönmez. Mümkün mü? Tüm gelişmiş ülkelerin uyguladığı bir sistemi uygulayamayacağınızı düşünmüyorsanız mümkün. Ben bu projenin fazlaca insani ve etik bulunduğunu düşünüyorum.
Asıl sorulması ihtiyaç duyulan soru ise şu: 51 yıldır niye sümen altında? Uygulanabilir mi diye değil, niye uygulanmadı diye sorulması gerekir. Zira günün sonunda aslında politika bir particilik işi değil, partilerin vekil olup asile hizmet etme yarışıdır. Vatandaş olup hakkınızı arayın.
Yorumlarınızı esirgemeyin lütfen 🙂