Merhaba,
Son yıllarda Merkez Bankalarının, ekonomi yetkililerinin, kamu bankalarının piyasalara doğrudan veya sözlü bir halde sık sık müdahalelerde bulunduklarını görmekteyiz. Bundan 5-6 sene öncesine kadar şeffaf bir şekilde gerçekleşen bu türdeki müdahaleler son 3-4 senedir vatanımızda yatırımcıların akıllarını zorlayacak bir halde irrasyonelitenin tavana vurmuş olduğu bir seviyede sürdürülmektedir.
Ekonominin her alanında olduğu benzer biçimde finansal piyasalarda da ana amaç kaynak dağılımının etkinliğini olabildiğince faal bir biçimde sağlamaktır. Haliyle bu aşamada karşımıza çıkan en mühim sorun doğru fiyatların sadece ve sadece mükemmel bir öngörü ve bilgi niteliğinde saptanabileceğidir. Finans literatüründe gayet iyi bir halde malum “Etkin Piyasalar Hipotezi” de temel çıkışını buradan almaktadır.
Etkin piyasalar hipotezinin temel teorik temelleri aşağıdaki şeklinde özetlenebilmektedir; (Salmon, 2001: 4)
- Yatırımcılar rasyonel ve finansal yatırımlarını da rasyonel olarak değerlendirmektedir.
- Bazı yatırımcılar rasyonel olmayabilir, fakat bu konum rassaldır ve bunların yapmış olduğu işlemler birbirlerinin etkilerini yok eder ve sonuçta fiyatlar bu durumdan etkilenmemektedir.
- Bazı yatırımcılar irrasyonel ise de bunların rasyonel yatırımcılarla etkileşimi sonucunda fiyatlar üzerindeki etkisi sınırı olan olmaktadır.
Özellikle pay senedi işlemleri yapmakta olan yatırımcıların oldukça iyi bildikleri bu teoremi vatanımızda menkul kıymetler borsası dışında artan şiddette faiz, döviz, emtia, e-tecim,..Vs. şeklinde genişletebileceğimiz türde amme otoritesince genel piyasa müdahaleleri altında “Etkinsiz Piyasa Hipotezi” tarzında yine yazmakta fayda olacaktır.
Finansal piyasalardaki müdahalelerin ağır abisi konumunda olan merkez bankaları, bankaların kendi aralarındaki borç verme işlemlerindeki akışkanlığı sağlama, devletin para ihtiyacı ile alakalı düzeni sağlama yanında özetlemek gerekirse kredi genişlemesine sınırlar koyma ihtiyacını karşılamak suretiyle kurulduklarını söyleyebiliriz. Tarih boyunca hükümetler merkez bankalarını ya kendilerine borç vermeye zorlamışlar veya ülkede tasarruf açığının olduğu dönemlerde resmi faizi müdahaleler ile olabildiğince düşük tutmaya zorlamışlardır. Bu yaklaşım bir yandan enflasyon ateşini körüklerken, bir yandan da hususi sektörün kıt kaynaklarını düşük kalitedeki borçlanıcılara kullandırılması sonucunu da beraberinde getirmektedir. Sonuç olarak ekonomi genelinde kamu müdahaleleri ile metazori bir şekilde sürekli verilen düşük faizli krediler etkin olmayan projelerde verimsiz bir şekilde kullanılmaktadır. Aynı zamanda verilen adrese teslim kredilerin geri dönmeme oranlarında artışlar yaşanması da kaçınılmaz olmaktadır. Böylesi bir durumda düzenleme otoritesi kredilerin risk ağırlıkları ile oynama ve/yada vade ötelemesi şeklindeki müdahaleler ile piyasalardaki etkinsizliğe ilave katkılarda bulunabilmektedir.
İktidarların merkez bankalarının ana ilkeleri (fiyat istikrarı/tam istihdam) ile çelişen bir şeklide aldıkları müdahaleci kararlar ile sürekli oynamaları, tasarruf sahiplerinin getirisi oldukça tartışmalı olmakla birlikte ana riskin uzun solukta kendilerine yüklendiği piyasa ortamına yönelinmesine neden olmuştur.
Günümüz finans piyasalarında yaşanmış olan ani süprizlerin, piyasadaki likiditenin sıkıntılı olduğu dönemlerde yarardan oldukca zarar getirdiğini ve bu durumun olumsuz etkilerinin gerçek sektöre de hızla sirayet edeceğini bilen merkez bankaları, piyasalardaki süprizleri her vakit olabildiğince azaltmak amacıyla hareket eder bir hale geldiler. Artık merkez bankaları aldıkları kararların gerekçelerini ve gelecekte alacakları kararlarının katılımcılar tarafınca öncesinden tahminine katkıda bulunabilecek tüm detayları efkarı umumiye ile şeffaf bir halde paylaşmaktadırlar. (yönlendirilen ve yönetilen piyasa beklentisi politikası)
Her ülkede merkez bankaları devletin piyasa ile olan ilişkilerinde aracılık rolünü üstlenmektedir. Burada en mühim görevi aldıkları kararlar neticesinde kısa vadeli faiz politikalarıyla devletin, şirketlerin, vatandaşların piyasadan borçlanma maliyetine etkide bulunurlar. Bu yüzden normal bir ülkede siyaset faiziyle alakalı tahminde bulunurken merkez bankasının enflasyon ve gelişme konusundaki stratejisini bilmek, iyi tahmin edebilmek büyük önem arz etmektedir. Ayrıca gelişmekte olan ve gelişmek istemeyen! ülkelerde merkez bankalarının iktidardan ne kadar ayrı duruş sergileyebildiklerine de (bağımsız olduklarına) dikkat etmek gerekir.
Merkez bankalarının bir öteki önemli rolü de döviz rezervleri ve dış borçların idaresi ile ilgili mesuliyet alanlarıdır. Merkez bankaları devletin dış borç ödemeleri ile alakalı döviz tedarik etmek ve hatta bunun planlamasını iyi yapmak durumundadırlar. Bu yüzden döviz kuru seviyesi ile alakalı politikalarını devletin dış borç servisiyle enflasyon politikasıyla ve dış tecim dengesiyle faal bir ilişkilendirme yapmak zorundadırlar.
20.Yüzyılın son çeyreğinde merkez bankaları enflasyonla olan savaşı kazanmak için birçok yolu denediler ve en nihayetinde enflasyonunun kendisini hedeflemenin en etkin para politikası olduğuna karar verdiler. Daha önce para arzı, döviz kuru, dış tecim dengesi şeklinde hedefleri tutturmaya çalışmak için merkez bankaları ellerindeki ürem, likidite, para arzını yönlendirme ve döviz kuruna müdahale araçlarını yoğun olarak kullanmışlardı.
1992 senesinde ABD Stanford Üniversitesinden Profesör John Taylor, enflasyon hedeflerini tutturmayı kolaylaştırmak üzere bir kaide önerdi. Bu kuralın kökü Philips Eğrisi denen enflasyonla büyüme arasında doğru orantılı bir ilişki bulunduğunu savunan teze dayanıyordu. Bu hipoteze gore enflasyona müdahale ekonomik büyümeye de müdahale anlamına gelecektir ve enflasyonu düşürmek için büyümeden fedakarlık yapmak gerekecektir. Taylor bunu kabul etmekle beraber önerdiği kuralla, enflasyonu azaltmak amacına ulaşırken ekonomik gelişme kayıplarını en düşükte tutulabileceğini savundu.
Phillips Eğrisi
1990’lı yıllarda Taylor’un tezi FED’de kabul gördü, denendi ve Covid-19 periyodu öncesine kadar kullanılmaktaydı. Geçmişte pek fazlaca ülkenin merkez bankası da bu tezden faydalandı. Bu kurala gore, enflasyon ve gelişme ilişkisi aynı anda gözetilecek ve kuralın iyi mi işlediği halkoyu ile paylaşılacaktır. Kural merkez bankasının faizinin nasıl hesaplanacağını anlatmaktadır. Ancak tezin temel amacı piyasa katılımcılarının FED faizini tahmin etmesine yardımcı olmak değil, aksine FED’in faizinin ne olabileceği konusunda evvel kamuoyuna emin bilgi vermesine destek olmaktır.
Çünkü FED’de kuralın parametrelerindeki gelişmeleri önceden %100 bilmesi imkansız ancak düzenli olarak makro ekonomik tahminlerde bulunmaktadır. Özellikle FED tahminlerinin ve yönlendirmelerinin isabetli çıkması halinde piyasa faizinin ne olabileceği mevzusunda kamuoyuna doğru yönlendirici bilgileri zamanında verilebilmektedir.
Esasında bu şekilde yıllardır ilerleyen süreç piyasalarda rasyonel beklentilerin etkin şekilde oluşumuna oldukça yardımcı olan bir mekanizmadır. Zira muntazam işleyen ekonomik bir sistemde piyasa katılımcılarının çoğunluğu gelecekle ilgili ortalama tahminlerini paylaşacaklardır. Piyasalarda ortak tahminlerin gerçekleşmesinin görülmesi de ekonomide iniş ve çıkış hareketlerini yumuşatacaktır.
Günümüzün hızla değişen piyasa koşulları merkez bankalarının bir sonraki dönemde hangi politika ürem oranını uygulayacağını tahmin etmeyi zorunlu kılmaktadır. Her ne kadar merkez bankaları kendi kararlarının nasıl biteceği konusunda toplumu bilgilendirme eğiliminde olsalar da bazı piyasa katılımcıları ara sıra yanılmakta ve bu da istenilen sonucun elde edilmesini çok zorlaştırmaktadır. Ekonomilerde kısa vadeli faizlerin belirleyiciliğinin yükselmesi maalesef ki piyasalarda güç dengesinin az sayıdaki etkin katılımcıların eline geçmesine neden olmuştur.
TCMB Politika Faizi, Ticari Kredi Faizi, TÜFE
Ekonomide yaşanmış olan enflasyon artışına müdahale ise, sadece senkronize bir şekilde merkez bankasının ürem yükseltmesi, hükümetin mevcut bütçe açığını daraltması, güvenilir, tutarlı bir makroekonomik istikrar iktisat programı uygulanması ile gerçekleşebilir. Bu durumda ekonomide masrafları kısmak veya vergileri arttırarak tüketimi daha pahalı hale getirmek gibi hayata geçirilebilir. Açıkcası günümüzde hiçbir hükümet büyüyen bir ekonomiye vergi salarak çomak sokmak istemeyeceğine göre ekonomilerde enflasyonist gelişme sürecini tedvir etmek halkoyu ile seçilmeyen merkez bankalarının üstüne kalmaktadır.
Merkez bankaları da siyaset faizlerini yükselterek piyasadaki tasarrufları çekebilir. Piyasada yeni yatırımlar için para bulmanın maliyetini yüksek hale getirerek üretim artışına ve enflasyona aktif olarak müdahale edebilir.
Bir ülkede döviz kuru politikası yurtiçinde üretimi, yatırımları ve enflasyonu etkileyeceği için her zaman fazlaca ön plandadır. Dış borç yükümlülüklerinin ülkenin potansiyel borç geri ödeme kabiliyetini aşma endişesi gündeme geldiğinde ise, dış fazla verip dış borcu azaltmak çabaları daha ehemmiyet kazanır. Bu süreçte üretim veya enflasyon ile ilgili hedeflerden belli bir fedakarlık yapmak söz konusu olabilir.
Yorumlarınızı esirgemeyin lütfen 🙂